9.10.2015

Phospherescent - Wolves

Bu son yazdı geride bıraktığı. Sapsarı, nemli, sanki yıllardır sürüp gidiyormuş gibi uzadıkça uzayan, amansız bir yaz. Sokağa çıkmak yasakları vardı şehrinde. Köpek sürüleri iniyordu meydanlara. Gündüzleri terkedilmiş apartmanların, devrilmiş otobüslerin gölgelerinde uyuklayıp, gece avlanıyorlardı. Trafik ışıkları, beton duvarlar, kimsenin hatırlamadığı müzisyenlerin haberini veren afişler, milyonlarca pet şişe ve hatta asfalt bile sarardı. Turuncu bir mevsimdi, toz bulutlarıyla bazen kararıp, bronzlaşan, neşesiz, öfke dolu bir yazdı.

Gece, ışıklar artık eskisi kadar çok değil. O yüzden yıldızlar yüzyıllar sonra tekrar gösteriyorlar kendilerini. Bir kaç yıl önce utangaçtılar, belli belirsiz yanıp sönüyorlardı toz bulutlarının arasından. Fakat şimdi, açık gecelerde, eskisi gibi heycanla parıldıyorlar.



Yaşadığı bu son yazda, küçüklüğünün mevsimlerini hatırladı. Bir yıl, henüz her şey yolundayken, kar yağmıştı mahallelerine. Sabahın ilk saatlerinde sokağa çıkmıştı insanlar. Çoğunun ilk defa gördüğü bu bembeyaz, parıltılı doğa olayı karşısında herkes çocuklaşmıştı. Kar da akşama doğru açan güneşin, bütün eğimine rağmen intikam alırcasına hınçla yolladığı ışınlarıyla eriyip gitmişti.

Şimdi harap olmuş vücuduyla, sıcağın pençesinde, biraz serinlik bulur umuduyla aklı geçmişe gidiyordu. Elleri titriyerek bir sigara sardı. Gezegen çaresiz, insanlığın geri kalanına işkence etmek için bekleyen güneşe yüzünü dönerek, durmak bilmeden ilerliyordu. Gece, biraz daha merhametliydi. Gündüz saatleriyle kavrulan şehrin serinlemesi biraz zaman alıyordu ama sonunda gölgeler sakinleştiriyordu her şeyi. Ayın soğuk suratına gözlerini dikti ve her zamanki gibi hüzünlendi bu taş parçasına baktığında. Bu yaşına geldi, hala neden bilmiyor, ama gezegenin uydusu ona kaybettiklerini, en çok da babasını hatırlıyor.

Uzaktan köpek sürülerini seslerini duydu ve incecik, zayıf vücudu endişeyle karışık, tatlı tatlı titredi. Yavaş yavaş serin bir uyku içini doldurdu.

Rüyasında köpekler aparmanının merdivenlerini tırmanıyordu.  Hepsinin ağızlarında birer sigara vardı ve arka iki ayakları üzerinde duruyorlardı. Bazıları, belli ki çöplerden topladıkları eskimiş, yırtık ceketler giyiyorlardı. Heycanla bir o yana bir bu yana sallanarak kapıyı açmasını havlıyorlardı. Kapıya yaklaşıp neden diye sorduğunda hepsi gırtlaktan, hırıltılı bir kahkaha patlattı. "Neden olacak, seni yiyeceğiz dedem." "Ama benim ne etim var ne bişeyim, ne yapacaksınız siz beni, 25 numaraya gidin, koca göbekli bir çocuğu var onun, doya doya yersiniz. Bakın zaten ben kaç yaşıma geldim şimdi." diye uzun uzun dil döküyordu. Köpekler de katıla katıla gülüyordu yalvarmalarına. Belki çok güldürürsem gülmekten çatlarlar, karınları yarılır, geberip giderler diye umut ettiği anda, hepsi birden sanki düşündüklerini sezmişçesine kapıya saldırdı.


No comments:

Post a Comment