11.03.2015

Swans - Love Will Save You




Yenildiğini söylüyorlar. Başarısız olduğunu, hayal ettiğin dünyada yaşayamayacağını, bu gerçeklikten ötede hiçbir şey olmadığını söylüyorlar. Sınırların ötesinde, başka bir imparatorluk, yıldızlara bakıyor, hastalıklar üretip, hastalıklar yok ediyor. Oraya gitmeyi hayal ediyor birileri, ama yolculuklar artık eskisinden daha zor, her nedenleyse.

Sevmek çok zor. Bu günlerde imkânsız. Hem çok naif, kulağa da oldukça aptalca gelen bir kavram, sevmek. Başkalarını sevmek, kendinden öte. Her iki kişiden birinin içinde tamamen yabancı, anlaşılmaz bir dünya yatıyor. Ruhu karartıyor bu düşünce çünkü şeytani bir şeyler yok mu diğerlerinin aklında? Yargılamıyorlar mı sürekli?

Yargılamamak imkânsız. Gerçeğe ulaşamıyor olduğunu bilsem bile inançlarımın, tepemde sonsuz acının tehdidi olmadan da, yeterince gerçek geliyor düşündüklerim. Doğruluk bütünüyle göreceli çünkü deliller her zaman yetersiz. Her görgü tanığı başka bir şey anlatıyor, bazen konuşuyoruz, ama gerçekten konuşuyoruz, nadiren. Kendimize dönüyoruz, görecek şeyler bitmiş gibi. Böylesi daha iyi. Telefonlardan, bilgisayar ekranlarından, belki baktığımızda gözlerimizi kör edecek kadar parlak bir gerçeğin ışığı yansıyor odalarımıza, soluk, soğuk, görece, ama deneyimlediğimiz bir şey olmadığı için gerçek, elimizdekiyle yetiniyoruz. Kendimize döndükçe, söylediklerimiz daha anlaşılmaz geliyor, söylenen her şey, ufalanıp yok oluyor, daha ağzımızdan çıkmadan.

Seçimler önemli. Sonuçları daha da önemli. Dinlemeyi seçmek, neden sana hayır dediklerini, neden terk ettiklerini anlamak için uğraşmak. Neden tanıdığını, sevebileceğini sandıkların bu kadar banal, kötümser, bencil, ilkesiz görünüyor durduğun yerden? İçinden bir ses, çok küçük ama yine de orada, daha da bencil, geleceği hesaplamaktan daha da yaşam körü biri ol diyor. Basit şeyleri sev. Parayı, güvenli hissetmeyi, daha da çoğunu seç. Hırslan, hızlan, telefonuna kolay yoldan seks yapabileceğin uygulamalar yükle. Her şeyin ucuzlaşmasını sağla. Zaten yeterince pahalı değil mi ödediklerimiz? Nefret ettiklerimizin arasından tutunulabilecek bir güzellik çıkarmanın bedelini ödemek zorundasın.

İtiraf: ben de herkes kadar kötüyüm.

Bak gör Baran, kendini düşünmek zorundasın.

Kendimi düşünmek istemiyorum. Seni düşünmek istiyorum. Seni zaten düşünüyorum. Sabah kalkıp telefonuma baktığımda güzel bir haber almayı bekliyorum. Tekrar konuşabilir miyiz sorusunu görmek istiyorum. Sonra başlıyorum kurmaya kafamda ve eksikliğini artık neredeyse hiç hissetmesem de, düşüncelerim yine sana gidiyor. Söylenecek hiçbir şey kalmadı mı artık yani? Seçimin bu mu gerçekten? İnanamıyorum buna. Bu kadar sıradan, bencil nedenlerle kararını vermen içimi acıtıyor, korkuyorum. Zaten beni her zaman korkutuyorsun biraz. Bazen karşılaştığımızda, suratına bağırıp kaçmak istiyorum arkama bakmadan. Ama hiçbir zaman karşılaşmıyoruz aslında. Birbirimizin yanından geçsek bile görmüyoruz sıkıntılarımızdan, planlarımızdan, öğrenmenin artık giderek zorlaşmasından, insanlarla uğraşmanın bir yük haline gelmesinden, zevkin azalmasından, boş zamanın imkânsızlığından.

Öfkeliyim. Anlıyorum biraz da belki, ama çok az.

Sürekli okuduğum bir konuşması var David Foster Wallace’ın. İki genç balığın yaşlı bir balıkla karşılaşmasını anlatıyor. Yaşlı balık geçerken hallerini hatırlarını soruyor, “Su nasıl?” Genç balıklardan biri, bir süre sonra dönüp arkadaşına soruyor: “Su ne ola ki?”


Yine de, kesinlikle umut değil. Mide bulandırıyor, artık komik bile değil. 

https://www.youtube.com/watch?v=8CrOL-ydFMI

http://songmeanings.com/songs/view/4692/

No comments:

Post a Comment